13 Aralık 2009

GALERİ NON -GÖKCEN CABADAN SERGİSİ ; "KARAKUTU" DAN ÇIKANLAR


Brüksel’ de yaşayan genç sanatçı Gökcen Cabadan'ın Galeri Non' da 25 Kasım’ da açılan ikinci solo sergisi 'Kara Kutu', kimliğin bastırılmasını ve saklanmasının yarattığı kendine yabancılaşmanın karanlık yüzünü, mutluluğun ve iç barışıklığın simgesi olarak aydınlık bir ortama yabancı duran imgeler yolu ile sunarak, bu görünür aydınlık içerisinde saklı karanlık kutuyu izleyicisine aratan ve görünen ile gizlenen arasındaki sınırın belirsizliğini de vurgulayan bir sergi. Kişiliksizleştirilmiş çocuk figürleri üzerine yüklenen anlamlar ve hayvan figürlerine gizlenen semboller yolu ile alttaki travmayı bize gösteren eserlerden oluşan bu sergide, ancak klişe ahlak ve rol modellerinden sıyrılarak kendisi ile barışan kimliğin, tüm bu modellemelerin bir tezahürü olan ev ve aile ortamına yeniden girip, içerinin ve içeride olmanın tekrar ve yeniden üretilen sahte huzuru üzerinden tasvir edilişini görüyoruz.

Tuvallerinin şeklini, ev ve uçak üzerinden hareketle toplumun genelinin de bir araya gelmiş olabileceği bir mekanın doğal bir parçası haline getirerek kurgulayan sanatçı, izleyicinin içselleştirmeyi, kendisinin de dahil olduğu bu mekan ile ilişkilendirerek yapmasını sağlıyor.

Kadın ve erkeğe dair çizilen klişe prototipleri, bunlara yaygın biçimde her formunda yer veren medyadan topladığı imajlar yolu ile ve yine bu klişe içinde modellemeye dayanan psikanalitik bir yaklaşımla eleştiren sanatçı, bu kalıpyargıların yeniden üretiminin sınırsız döngüsüne, hayatın sınırlılığına göndermede bulunarak resmin sınırlarını da zorlamaya çalıştığı temsilleri metamorfoza uğratarak karşı duruyor.

Uçak yolculuğu gibi mükemmel addedilen bir deneyim üzerinden, bu deneyimin her bileşeni tarafından takınılmış mutlu birlikte varoluş maskesinin arkasında, itilen ve korkutulan alt birimlerin varlığının ve yalnızlığının işaretlerini ve bu deneyimin bilinçaltının ifadesi olan bir karakutunun karşımıza çıktığını görüyoruz.

Uçağın neden düştüğünü araştırmak için karakutuda aranan her iz, bu kutudan kaza sonrasında ortaya çıkan anılar vasıtasıyla, ortamın ve olay anının yeniden üretiminde kullanılıyor. Bu simgesel kullanım, ortamın travmatik sonunun huzursuz eden bilinirliğinde gerçekleşen bu arayışı yapanı da görünenin ötesine bakmaya itiyor.

Hint mitolojisinde erkeklik ve kurnazlık imgesi olarak karşımıza çıkan tilki figürü üzerinden kurguladığı enstelasyonda sanatçı, eril yapının sahte parlak doğası içerisinde, eril figürün çarpıklığını izleyicinin de empati kurmak zorunda kalarak anlayacağı biçimde kırık bir ayna ile bir araya getirirken, diğer eserlerinde tırnak uzatmanın kadınsılığını, çocuğun bulunduğu ortama dahil olacak şekilde yere sağlam basarak yürütülüşünü, yine Hint mitolojisinde kadın öğe ya da Budist inanışta budanın reenkarnasyonu olarak karşımıza çıkan veya genç tanrı Dionysos’ a yetişkinliğe geçişin kutlandığı ve ölümü simgeleyen törenlerde çıplak vücutlarına giydikleri postlarla eşlik eden Satyros ve Bakkha kadın figürlerini simgeleyen iki ceylanı, saklanan cinsel kimliğin gizlenmeye neden olan ortamın unsurları ile ortaya konuşunu konu ediniyor.

Sergideki bir diğer eser olan “Mum Please Kill Me” ise, aynı imajın farklı bir zamanda yeniden üretimi ile ortaya çıkan farklı sonucun, aynı olmayı dayatan otoritenin beklediği mükemmellikte normal olamayış dolayısıyla uyanan suçluluk duygusunun yok olma isteğine dönüşünü konu ediniyor. Yazının arkasındaki kabartma el, otoritenin bu ötekileşmedeki payı ve ötekide uyanan yok olma isteğine engel olamayışını simgeliyor.

En iyi olma baskısı ve iddiasının kazaya dönüşen travmatik etkisini sorgulayan ve ergenlikte insanın kendini kabul edebilme arayışına dikkat çeken sergi 30 Aralık tarihine kadar izleyicisiyle buluşmayı bekliyor.

Alper Karabatak
13.12.2009
www.Art-Core.tv

12 Aralık 2009

NUROL AKBAL


Farklı teknikte çalışmalarıyla dikkat çeken genç sanatçı Nurol Akbal, bireyin başkaları tarafından kontrol edilmekten ve genelin güç uygulamalarından koruduklarını ifade eden, ancak genelin kontrolünün birey tarafından fazla içselleştirilmesi ile mağduriyete ya da mahrumiyete dönüşebilen mahremin ve bu içselleştirmenin sınırlarını sorguluyor. Son enstelasyon çalışmalarından biri olan “panopticon” isimli eserinde (İngiliz Mimar Jeremy Bentham tarafından 1785 yılında gerçekleştirilen ve günümüzde pek çok hapishanede de örneğini gördüğümüz tasarım, bütünü -pan- gözlemlemek -opticon- anlamına gelmektedir) sanatçı, bu sorgulamayı toplumun gizlice veya legalleştirilen mekanizmalar yolu ile izlenmesini konu edinmekte ve bu izlemenin geçerliliğini özel alan/ kamusal alan ayrımının muğlaklığını da işaret ederek gerçekleştirmektedir.

Genç sanatçıya göre, tüm izleme sistemleri ile toplumun genelinde yaratılan korku ve güvensizlik ortamı, yine ancak bu sistem ile ortadan kaldırılabilir bir olgu olarak topluma sunulmaktadır. Suç ile mücadeleden çok, suçlu ile mücadelenin esas alındığı ve kötü amaçlarla kullanıldığında fişleme aracı haline gelen bu mekanizma gözetlenme eşiğinin aşağı çekilmesine ve gözetlenmeye duyulan ihtiyacın da artmasına sebep olmaktadır.

Çalışmada, dönen bir platforma yerleştirilen ve mahrem sınırlarında kalan 8 farklı figürün silüetleri özel bir aydınlatma sistemi ile hem enstelasyonun bulunduğu karanlık mekanın duvarlarına hem de komşu bir mekandaki bir televizyon ekranına yansıtılmaktadır. İzleyici önce yerleştirmeden uzaktaki mekanda televizyon ekranıyla karşılaşmakta ve gözetleyen konumunda iken, daha sonra ekrandan uzaklaşarak yerleştirmenin olduğu mekana ulaştığında ise artık hem gözetleyen hem de gözetlenen konumuna gelmektedir.

Sistemin kontrol amaçlı güç kullanımını irdeleyen bir başka çalışmasında ise sanatçı kurguladığı neon enstelasyonda, kolluk kuvvetlerinin orantısız güç kullanımı nedeniyle yaşanabilen ölümleri işaret etmektedir. Bu ölümlerden sonra bir özür olarak karşımıza çıkan “yanlışlıkla oldu” cümlesi üzerinden, yaşam hakkının algılanışı ve ihlali eleştirilmektedir. Neon aydınlatma kullanılarak yazılan, ''YANLIŞLIKLA OLDU'' cümlesi kısa bir süre sonra ''YANLIŞLIKLA ÖLDÜ'' halini almakta ve bu döngü tekrarlanmaktadır.

12.12.2009
Alper Karabatak
www.Art-Core.tv

SERKAN ÇALIŞKAN


Genç sanatçı Serkan Çalışkan işlerinde, toplumsal cinsiyet yolu ile üretilen eril ve dişinin normalleştirilmiş ve düzenlenmiş tanımlarının sınırlarını, aslında yine bu toplumsal cinsiyetin bir bileşeni olduğu halde öteki olarak addedilenin ne olduğunu sorgulayarak içeriden ve dışarıdan bir bakışla irdeliyor. Sanatçının tüm çalışmalarında olduğu gibi otoportrelerinde (“Kanatlarımın İnşaatı”, “Biraz bulut ve bir çanak anteni olsun evimizin üstünde”) de karşımıza çıkan bu hal, tüm toplumsal kodlamalara ek olarak, toplumun mikro birimi olan bireyin cinsel kimlik ifadesi olarak kendi içinde veya tanımlanma baskısı anlamında toplumun diğer bireyleri ile yaşadığı çatışmayı ifade ediyor.

Ötekinin ve öteki olmayanın ne olduğu sorusuna, bu sorunun muhatabı bir birey ve sanatçı olarak, günlük hayat ve sanat tarihinden imajlar yolu ile katkıda bulunarak, normatif bir cevabın imkansızlığını ve gereksizliğini ortaya koyan sanatçı, dışarıda bırakılma ve içeride olma anlamında normatif yaklaşımların, toplumsal anlamda kodlanmış cinsel kimlik matrisinin yapısökümünden bağımsız olamayacağını da işaret ediyor.

Renk ve form anlayışındaki özgünlük,ekspresif tavır ve resmin içerisine dahil ettiği simgesel nesneler de sanatçının anlatımını güçlendiren unsurlar olarak dikkat çekiyor. Sanatçı yazıyı da, kendi içinde taşıdığı anlam ve ötesinde bir plastik değer olarak resimlerine dahil ediyor. Eserlerinde eril ve dişil toplumsal sembollerin iç içeliğine göndermede bulunarak, bu sembollerin otomatik ve populist tanımlarındaki absürtlüğü de gözler önüne seren sanatçı Serkan Çalışkan farklı teknik ve araçları da kurgusuna dahil ederek, izleyicisini yapıbozumun sınırlarını sorgulamaya davet ediyor.

12.12.2009
Alper Karabatak
www.Art-Core.tv

5 Aralık 2009

3. Ege Art Sanat Günleri' nde Şuursuz bir Dönüş; Devran Mursaloğlu Sergisi



İstanbul’ daki pek çok sergiye ve İtalya, Polonya, Almanya, Avusturya ve Kore gibi yurtdışındaki bir çok uluslararası sergi ve etkinliğe katılmış olan, kağıt moda tasarımlarıyla da tanınan tasarımcı-sanatçı Devran Mursaloğlu, Ege Art sanat günleri kapsamında “Şuursuz Dönüş” isimli sergisi ile kamusal bir alanda izleyicilerle buluşuyor.

İstanbul dışında, özellikle kamusal bir alanda düzenlenen bu sergi, aslında Türkiye sanat ortamında yaşanan bir dönüşe, dönüşüme de göndermede bulunarak, sanatın mekansallığa bağlı olmaması gerektiğini ifade ediyor. Ayrıca bu kamusal alanın bir tren garı oluşu, bu mutlak dönme hareketinin (gidiş ve dönüş) en belirgin biçimde gözlenebileceği bir mekan olması bakımından, kağıt işlerle de ironik bir yanyanalık kuruyor.

Sergilenen her eser kendi içinde, kendi bileşenleri ile tekilde sağladığı bütünlüğü bir araya geldiklerinde de bir bütün oluşturacak şekilde kurmaktalar. Kendi içinde tekillikler yolu ile kurulan bu bütünlük, bütünün anlamını tekilde, tekilin anlamını da bütünde aramak olarak açıklanabilecek ve özellikle Mevlevi tasavvufunda da derin bir anlamı olan bu hermentetik döngü, bir anlamda bu kendi özünden bütüne veya bütünden öze dönüş serüvenini içselleştirerek izleyiciyi var oluş nedeniyle buluşturmakta ve bu bilinçaltı buluşma izleyici ile sanat eserini de bir bütün olacak şekilde bir araya getirerek izleyicinin şuuruz bir biçimde evinde hissetmesini sağlıyor.

Kendi içinden geçen, ya da yan yana birleşen halkalar, kendi içinde dönerek bir form oluşturan kaseler ve toplar evrenin en küçük zerresinden en büyük parçasına kadar tüm bileşenlerinin mutlak hareketi olan kendi içinde ve birlikte dönüş hareketini ifade ediyor. Güncel hayatımızdaki ötekileştirme ve yabancılaştırma alışkanlıklarımıza da gönderme yapacak şekilde farklı formlarda karşımıza çıkan eserler, şuursuz bir dönüşün de aslında özünde bütünü oluşturan bir aynılık ve farklılık barındırdığını ifade ediyor.

Hegel’ in belirttiği şekliyle aslında öznellik barındıran ve dışsallaşıp, insanın tininde tekrar kendisine dönen ve bütün süreci anlamlandırarak kendini bilen, spinoza felsefesindeki ölü töz, tek mutlak hareket olan dönüş yolu ile, bu dönüşün en kavranabilir örneklerinden biri olan kağıt olarak karşımıza çıkıyor.

Mevlana. evrendeki en küçük alemden en geniş aleme kadar her şeyin sürekli dönme eylemi içinde olduğunu belirtir. Mevlana‘ya göre önemli olan bu bütün içerisinde insanın kendi gerçeğini araması, uyanması ve hakikate ulaşmasıdır. “Gerçek varlığınızın çevresinde dönün” sözüyle bunu en güzel biçimde özetler. Ezoterik felsefede evrende tezahür etmiş her varlık bütünün bir parçasıdır ve bütün gibi bu parçalar da aynı iradeye tabidir. Bütün içerisindeki kurucu tek bir tekil öğe aynı zamanda bütünün kendisini oluşturur.

Sanatçının bilinçaltını da yansıtan bu gerçeklik arayışı, aslında bir anlamda sorgulayan, anlamlandıran ve yansıtan sanatçı kişiliğindeki heyecan, iniş ve çıkışlar ile izleyiciyi de kendi şuursuz dönme eylemine ortak ediyor. Bu ortaklığı bazen küçük bir halka, bazen halkaların bir araya gelerek yığınlar oluşturduğu entelasyonlar yolu ile kuruyor.

Başlangıcı küçük bir daire olan ve sonrasında farklı geometrik şekillere dönen kağıtlar, sanatçının kurmayı amaçladığı etkiyi destekleyecek şekilde izleyicilerin üzerine gelerek ya da küçük detaylarda saklı sakinlikleri ile izleyicileri kendine çekerek aslında formun sınırlarını sorguluyor. Başından sonuna kadar tüm gelişimini sergileyen tasarımı görmek için bütüne bakmak en kestirme yol olsa bile, tekil öğelerdeki kendine özgülük, bir birimin çoğaltımı yoluyla bu öznelliklerin bütünde nasıl farklı bir öznelliğe dönüştüğünü kanıtlayarak sanatın da özüne işaret edecek şekilde tezahür ediyor.

Günümüz çağdaş sanatının form ve malzeme zenginliği içerisinde kağıt işleriyle kendine has bir yer edinen sanatçının, kağıtlarla hayat bulan ve kozmosun bilinçaltını işaret eden özgün ve samimi sergisi “Şuursuz Dönüş” , 3.EgeArt Sanat Günleri kapsamında 11–15 Aralık 2009 tarihleri arasında TCDD Alsancak Garı’ nda izleyicisi ile buluşuyor.

1 Aralık 2009
Alper Karabatak