28 Mayıs 2010

Bile Bile


Figür resmine eleştirel bir duruşla yaklaşan Mehmet Güleryüz’ ün son bir yılda gerçekleştirdiği üretimlerini bir araya getiren ‘Bile Bile’ sergisi 15 Mart’ ta Galeri Merkur’ de açıldı. Bugün inşa ettiğimiz tüm insani durum ve halleri nasıl doyumsuzca içselleştirdiğimizi tartışan sanatçı, kendi deyişiyle, bugün yaşadığımız olaylar karşısında insanların hissettiği boşluk ve bu boşluğun anlamları üzerine çalışıyor.

Sergi için kaleme aldığı katalog yazısında Levent Çalıkoğlu’nun da belirttiği gibi, bireylerin eylem ve eylemsizliklerini, “bile bile” katlandıkları var oluşlarını sorunsallaştıran ve kültürel belleğe sinen travmaların bireylerin ruh hallerinde yaptığı dönüşüm üzerine düşünen sanatçı, özneyi var eden içerisi ve dışarısı arasındaki sınırın iyiden iyiye bulanıklaştığı, kimlik ve kişilik sorunlarının ancak abartıldığında ciddiye alındığı, “gösterinin” değil “ifşanın” egemenliğindeki toplumun tüm yapaylık anları ile ilgileniyor.

Derrida’ ya göre özne, toplumsal pratiklerin toplamı ve aslında ürünüdür, bir kurgudur. Bilinçdışı belirlenen bu nesnel kurgunun bilinçaltı travmaları post-modern insanın sancısıdır. Mehmet Güleryüz de, 8 Nisan’ a kadar Galeri Merkur’ de gerçekleşen bu ilk sergisinde, her türlü duygunun aşırı ve yoğun yaşanmak zorundaymışçasına tüketildiği şimdiki zamanda içimizde biriktirdiğimiz dışavurum anlarını tespit ederek, arzulu bireylerin çağdaş sancılarını dramatik ve eleştirel figür anlayışıyla görünür kılıyor.

Contemporary Art 2009’ da da sergilenen ‘Bildiri’ isimli çalışmasında sanatçı, bireyin metaforik bir dille tasvir edilen tüketim ve meta kültürünün sunumuna eylemsizliğiyle katkıda bulunuşuna işaret ederken, ‘Bilerek’ de ise birlikte ve farkında bir eylemliliğin travmatik bir izdüşümünü izleyicisine hissettiriyor.

Boşluklar ve vazgeçişlerde var olan bir ‘Yolcu’ da kendini bulabilen bir izleyici, bu boş anlamlılığı bir daha ‘Uçur Beni’ deki gibi bir şefkatle doldurabilir mi bilinmez, sanırım ancak, ‘Kurtulan’ daki gibi bir öze dönüş sıcaklığında saklı dışarıda olma halini soluyacaktır.

Sergideki her çalışmada sanatçının desenindeki üstün yeteneğe yeniden defalarca şahit olan izleyici, gerçeküstü bir gerilime varabilen sağaltımlarda başka başka sanatçılar aracılığıyla figüratif ve soyut ekspresif tavır arasında nasıl olup da bir kopuşun yaşanmış olabileceğine hayret edip duruyor. Aslında akademik kontür anlayışını hiçe sayarak bu sınırları silen Mehmet Güleryüz, Levent Çalıkoğlu’nun deyişiyle 1960’lı yılların başından bu yana eleştirel bir tepkisellikle kendi zamanına sahip çıkmaya devam ediyor ve oluşturduğu karakterlerle kendi kişiliğini tartışmaya açan muhtemelen ilk ressam olarak nitelendiriliyor.

Güncel hayatın hızına, ses getiren karikatürize gösterilerle ulaşmanın popülarize edildiği bir ortamda, tekinsiz anlatımlarıyla alanı genişleyen bir post kavramsallığa ulaşan Mehmet Güleryüz’ ün sanat anlayışının kavramsal temellerinin bu sağlam doğası, Türkiye’ de özellikle son 10-15 yıldır ön plana çıkan kavramsal sanat yaklaşımında ışıldamasını ve genç sanatçılara içi kolay doldurulamayacak ve bu nedenle taklidi zor derinlikte ilhamlar vermiş olmasını açıklıyor.

Alper Karabatak
3 Nisan 2010

ADADA BİR YAZ – SIEMENS SANAT

Siemens Sanat’ ta 17 Şubat’ ta açılan, küratörlüğünü Emre Zeytinoğlu'nun üstlendiği ''Adada Bir Yaz'' isimli sergide Kıbrıs’ lı dört sanatçının gözünden 'adalı olmak' yorumlanıyor. Sergide, Stella Angelidou, Ani Setyan, Simge Uygur ve Hasan Zeybek'in yapıtları yer alıyor.

Adını, yaz mevsimlerinde adalara doğru yaşanan karalı akınının adanın yerlilerine hissettirdiklerine yönelik bir göndermeden alan sergide, ada hakkında kurgulanmış öykülerin muhatabı ve figürü olan adalıların gözünden adalı olmanın doğası sorgulanıyor.

Emre Zeytinoğlu’ nun Kıbrıs Afrika gazetesindeki köşesinde de daha önce yazdığı gibi, bir yerde doğup yaşayanların gerçekliği ile oradan geçip gidenlerin gerçeklikleri birbirini tutmaz. Bir Kıbrıslı, nereyi anlatıyorsa anlatsın, anlattığı yer aslında her zaman Kıbrıs’tır. Bir Kıbrıs öyküsünde yalnızca adanın mülkleri, oteller, plajlar, kumarhaneler, karmaşık siyasi çıkarlar, yatırım projeleri konu ediliyorsa bu Kıbrıs’ lı bir öykü olamaz.

Bir yer böyle algılanıyorsa ve böyle anlatılıyorsa, orada insan yoktur. Daha doğrusu, oradaki insan, başkasının uzaktan tanımladığı gerçek-dışı bir insandır. O halde oradaki yaşam da gerçek-dışıdır. Çünkü yaşam, yalnızca birilerinin tanımlamasıyla ve birilerinin kurguladığı gerçeklikle örtüşmez.

Emre Zeytinoğlu’ nun sergi metninde de belirttiği şekli ile adanın içe dönük sınırları dolayısıyla, deniz ve güneşin çağrışımlarının kimi zaman yok olarak farklı yaşanmışlıklar çerçevesinde, farklı çağrışımlara sürüklenişinden hareket edilir. Bu noktada ise adalıların ada hakkındaki algılarının birbirine eşdeğer olamayacağı varsayımı Kıbrıs’ ın yapısı gereği ikili bir anlamlandırma çerçevesinde şekillenmeye başlar.

İşte bu sergide yer alan sanatçılar da, “ada yaşamı”nı farklı biçimlerde deneyimleyen / algılayan sanatçılardan oluşuyor. Bu farklı deneyimlerin / algıların benzer ya da benzemez halleri, sergideki yapıtların yan yana duruşları ile ortaya konuluyor.

Stella Angelidou, 18. ve 19. yüzyıla ait gravürlerden yola çıkarak oluşturduğu çalışmalardan Drought serisinde adanın romantik betimlemesini yapıyor, Romeo’ s Dream’ de ise bu betimlemeyi gerçeği yansıtmak üzere kurgulayarak atmosferin tehditkarlığına göndermede bulunuyor

Ani Setyan, ‘Nature Morte’ isimli serisinde fotoğrafladığı balık artıklarını işlemeli çerçevelerde sergileyerek, geçmişte yaşanan kötü deneyimlerin resimsel bir estetiklikte insanlara sunulan güncel imgesini sorguluyor ve natürmortun anı öldürme anlamı üzerinden doğallaştırılan geçmiş ve geri dönüşü tasavvur ediyor.

Simge Uygur, ‘Ruh Derisi’ isimli serisinde adanın, adalı ruhunun bedenlerdeki izini kuşkucu ve sezgisel bir yaklaşımla inceliyor ve alttaki zaman ve yaşantı kalıntılarını izleyicisine ulaştırıyor. Sanatçının ‘Karanlık Kıta’ isimli enstelasyonunda ise iyi ile kötünün, aydınlık ile karanlığın bir aradalığı ve iç içeliğini vurgulayarak, bir dış etiketlemenin muğlaklığını işaret ediyor.

Hasan Zeybek, ‘Arkadia’ isimli yağlıboya serisinde, masalsı Arcadia şehri üzerinden adada anlamlandırmalara yansıyan ikiliğe dikkat çekerek, ait olunanın arzu edilene dönüşmesinde saklı, dayatılmış bakış açılarını sorguluyor, sanatçının ‘Aidiyet’ isimli çalışmasında da adalının yaşadığı tarafa ve adanın tamamına ne kadar sağlam tutunabildiği sorusunu çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor.

Adanın iki tarafından sanatçıların aynı coğrafyanın benzeşen ve farklılaşan algılamalarını içeriden bir bakışla sorguladıkları sergi, 14 Nisan tarihine kadar Siemens Sanat’ ta görülebilir.


Alper Karabatak
4 Nisan 2010

Türk Resminde Yüzyılın Tablosu


Rezan Has Müzesi, HSBC Bank A.Ş.'nin desteği ile 19 Kasım 2009’ da açılan Türk Resim Sanatının Bir Asırlık Öyküsü II "Türk Resminde Yüzyılın Tablosu" sergisinde, Ahu ve Can Has’ ın daha önce sergilenmemiş koleksiyonundan seçilen 161 eseri izleyici ile buluşturuyor.

Sergide, 19. yüzyıl sonlarında Fransa’ya gönderilen ve burada Lucien Simon, Fernand Léger, Alexandre Cabanel ve Gérôme’ un öğrencileri olan, Fransa-Prusya savaşından itibaren ülkeye geri dönen ve Ingres’ in desen anlayışının hakim olduğu akademik eğitimin büyük oranda etkisinde kalmış, 20. yüzyıl başlarından itibaren önemli eserler üreten Şeker Ahmet Paşa, Osman Hamdi Bey, Halil Paşa gibi önemli Türk ressamların* eserlerinin yanı sıra, Vanmour, Rudolf Ernst, Leonardo de Mango, Charles Theodore Frere gibi 18., 19. ve 20. yüzyılın önemli oryantalistlerinden, son saray ressamlarından Fausto Zonaro’ ya, tüm bu izlenimci teknikleri reddederek kompozisyonu, kübist ve konstruktivist anlayışlardan yola çıkarak daha farklı bir yapı üzerine oturtmayı amaçlayan D grubunun kurucuları Nurullah Berk, Cemal Tollu, Abidin Dino’ nun yanı sıra, gruba daha sonra katlan Fahrunnisa Zeyd, Bedri Rahmi Eyüboğlu ve Eşref Üren gibi sanatçıların eserlerine, 1940 sonrası resmin Adnan Varınca, Edip Hakkı Köseoğlu, Orhan Peker, Cihat Burak ve Cevat Dereli gibi önemli isimlerinin eserlerine de yer veriliyor.

Türk Resim Sanatına farklı örnekler eşliğinde yeni bir bakış açısı sunmayı hedefleyen sergi, aynı zamanda uzun yılların çabasıyla bir araya getirilmiş özel bir koleksiyonun da öyküsünü anlatıyor. Sergide, farklı ressamların, dönemin sosyo-kültürel, ekonomik yapısını işledikleri eserler bir araya geliyor. Gündelik yaşam ve mimarinin yansıtıldığı bu eserler sayesinde, kronolojik bir okuma ile Türkiye’de modernizmin gelişiminin, resim sanatı bağlamında değerlendirilmesi amaçlanıyor.

Sergide oryantalizmden günümüze kadar bir anlatı sunmayı vaat ediyor oysa, eserlerin koleksiyondan seçilmek durumunda olması ve özellikle yağlıboya çalışmaların tercih edilmiş olması bu seçkinin son 10-15 yıla pek de değinmemiş olmasına yol açıyor. Bu da sergi metninde de belirtildiği üzere çağdaş ressamlardan Erol Akyavaş, Burhan Doğançay ve Kemal Önsoy’ a yer verilebilmesine yol açıyor. Burada sergide iki eseri yer alan ancak metinde ismi ayrıca belirtilmeyen Mehmet Güleryüz’ ü ve bir eseri yer alan Neş’ e Erdok’ u da unutmamak gerekiyor. Dikkat çeken bir nokta da metinde kullanılan bu “çağdaş” kelimesinin sadece sanırım günümüzde üretmeye devam eden sanatçıları işaret ediyor olması.

Aslında “Oryantalizasyon ve Türk Resim Sanatının Yanıtları” gibi bir alt başlıkta da ifade edilebilecek olan bu serginin, resim sanatının Hasan Bülent Kahraman’ ın belirttiği şekli ile** özellikle 2000’ li yıllarla birlikte ortaya çıkan “reoryantalizasyon” a cevabını içermiyor olması sanırım yine yukarıda belirttiğim nedenlerden ve ayrıca kuramsal ve kavramsal anlamda çağdaş olanın henüz koleksiyon değeri kazanmamış olduğu algısından kaynaklanıyor.

Benim yaptığım gibi ismindeki ve metindeki kronolojik yanıltmaya aldanmadan, Türk resim sanatının çok önemli isimlerinin iki ayrı salonda sergilenen eserlerini 30 Nisan’ a kadar görebilirsiniz.


* Burcu Pelvanoğlu - Türkiye'de Sanatın İnşası 1; Türkiye'de Tuval Resminin Doğuşu - Artist Modern Mart 2010

** Levent Çalıkoğlu - Çağdaş Sanat Konuşmaları 3, 2008; Hasan Bülent Kahraman, s: 99-100


Alper Karabatak
2 Nisan 2010
(9 Nisan 2010 tarihinde Lebriz Sanal Dergi'de yayınlanmıştır.)