31 Mart 2010

GELENEKTEN ÇAĞDAŞA


Sanatta ve Eleştiride Yeniden Konumlandırmalar

İstanbul Modern’ de, 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı’nın katkılarıyla 17 Şubat’ta Süreli Sergiler Salonu’nda açılan ve 23 Mayıs’a dek sürecek olan, ‘Gelenekten Çağdaşa - Modern Türk Sanatında Kültürel Bellek’ başlıklı sergi geleneğe ait düşünce ve üretim biçimlerinin modern ve çağdaş sanattaki izlerini sürüyor. Türkiye’nin Batılılaşma atılımından bugüne, sanatın geleneksel olanla ilişkisine odaklanıyor ve tarihle modernliğin sanatçılar tarafından nasıl inşa edildiğini göstermeyi amaçlıyor.

Sergide, Erol Akyavaş, İsmet Doğan, İnci Eviner, Bedri Rahmi Eyüboğlu, Selma Gürbüz, Ergin İnan, Balkan Naci İslimyeli, Murat Morova ve Ekrem Yalçındağ’ın çalışmalarının yanı sıra hat, minyatür, çini, vitray, tekstil gibi geleneksel sanat ürünleri dahil toplam 105 eser yer alıyor. Günümüzde çağdaş sanatta geleneğin anlamını tartışmaya açan sergide, geleneklerden, tarihsel kökenlerden yola çıkarak eserler üreten bu dokuz sanatçının, Doğu-Batı, yerel-evrensel, gelenek, modernlik ve çağdaşlık kavramlarını yeniden okumaları sunuluyor ve çağdaş sanat için geleneğin ne ifade ettiği tartışılıyor.

Sergide; Batı akılcılığı ile Doğulu dünya görüşü arasında kendine özgü bir sentez geliştiren Erol Akyavaş, meşru tarihin bize sunduğu bilgi ve sembollerin anlamlarını eleştirerek tarihin anlamını yeniden yorumlayan ve geleneği bir kimlik sorunu olarak konumlayan İsmet Doğan, geleneğin görsel alfabesinin politik anlam ve içeriklerine vurgu yapan ve gelenek ile hareketli görüntü arasında ilişki kuran İnci Eviner, folklorik öğelerin modern sanata yön verebileceğini iddia eden ve geleneksel öğelerin tümüyle yerel bir duyarlılıkla içselleştirilmesi gerektiğini düşünen Bedri Rahmi Eyüboğlu, mitos ve destanları günümüzün moda dergilerindeki ikonik kadın bedenlerinin duruşlarına aktaran, kendine özgü bir figür geleneği oluşturan Selma Gürbüz, Önasya’nın mistik inanç ritüellerinden hareketle, Batı’nın akılcı ve eleştirel form dilinin sınırları içerisinde gezinen ve geleneği bir düş sahnesi olarak bugüne taşıyan Ergin İnan, yapıtlarını, sadece biçimsel özellikleriyle sınırlamayıp, içine girip değerlendirilmesinde tasavvufun gücünü vurgulayan Balkan Naci İslimyeli, geleneğin etnografik bir malzeme deposu olarak kullanılmasına karşı çıkan ve İslam estetiğinin yeni bir gözle yorumlamasından yana olan Murat Morova, İslam süsleme geleneğinin matematiksel düzen, geometri ve mekan ile olan ilişkisine vurgu yapan Ekrem Yalçındağ ile karşılaşıyoruz. Sergiye dahil olması, edilmesi gereken isimler ya da sergiye özel işler üreten sanatçıların çizgilerinden sapıp sapmadıkları hakkında eleştiriler yapılmaya ise devam ediliyor,

Küratörlüğünü Levent Çalıkoğlu’nun üstlendiği, Doğu-Batı medeniyetleri arasında bir köprü olarak tanımlanan Türkiye coğrafyasının kültürel birikimini, ulusal ve uluslararası izleyicilere anımsatmak isteyen sergi, “bellek, gelenek, geçmiş” sorunsalını; geçmiş ve geleneğin çağdaş sanattaki yeri, modern sanatın yerel kültür ve tarihle ilişkisi, geçmişin aynı zamanda bir kimlik sorunu olarak ele alınması gibi önemli konuları gündeme getiriyor.

Günümüzde çağdaş sanat dünyasının geleneksel süsleme ve üretim biçimlerine yeniden ilgi duymaya başlayıp, farklı coğrafyaların modernlik serüvenlerini araştırdığını söyleyen Levent Çalıkoğlu, bu serginin Batılılaşmadan bugüne sanatın geleneksel ile olan ilişkisine odaklanarak, tarih ve modernliğin sanatçılar tarafından nasıl inşa edildiğini göstermeyi ve Türkiye'ye özgü bir modernizmin en önemli damarlarından birini tartışmaya açmayı amaçladığını belirtiyor.

Serginin, açıldığı günden bu yana pek çok açıdan kritik ediliyor oluşu da aslında amacına ulaştığını gösteriyor. Bu görünürlük, kapsam ve iddiadaki bir sergi üzerinden öznelden nesnele devinen bir eleştirinin gelişiyor oluşu sevindirici. Tek tek eser ya da sanatçıya indirgenmeden coğrafyanın, süreçlerin, sanatsal yaklaşımların küresel çağdaş sanattaki yerinin bu görünürlükte tartışılması konumlandırmanın daha sağlıklı gerçekleşmesi yolunda etkili olacağa benziyor. Eleştirinin dönüştürme gücü ile eleştirdiğini olumlama doğası arasındaki ince çizgide; kavramların, bakış açılarının yeniden şekilleneceğini öngörmek mümkün.

Sanatta geleneksellikle geleneksel sanatlar arasındaki ayrımın göz ardı edilişi, geleneksel olandan daha çok geleneğe göndermede bulunan modern çalışmaların sergileniyor oluşu, pek çok kavramın karışmasına sebep olduğu için sergi bazı eleştirilere maruz kalıyor. Adı ile içeriği arasındaki uyumsuzluk, gelenekten çağdaşa geçişi tam anlatamaması, özet bir seçki sunmadaki yetersizlik sebebiyle teknik açıdan haklı bir bakış açısıyla eleştirilen bu sergide eksiğiyle fazlasıyla aslında önemli sanatçıların eserleri izleyiciye sunuluyor. Alttaki süreli sergi salonunun bölünmüş yapısının karma sergilere elverişliliği, yerleştirmedeki başarı ve çoğu eserin devasa boyutlarda oluşu, izleyiciye ise keyifli bir sergi deneyimi yaşatıyor. İnci Eviner’ in ‘Yeni Vatandaş’ ı, Balkan Naci İslimyeli’ nin ‘Sarkaç’ı ve ‘Deli Gömleği’ isimli serisi, Selma Gürbüz’ ün ‘Kırmızı Doğa’ sı, Murat Morova’ nın ‘Tahammül Mülkü’ isimli çalışması ve İsmet Doğan’ ın aynaları kullanışı görsel açıdan dikkat çekici eserlerden bazıları.

İzleyicide oluşan bu memnuniyet ile profesyonellerde oluşan dehşet duygusu arasına bir çağdaş sanat eleştirisinin yerleşmesi de gayet doğal. Ancak, burada sanattaki popülizmi eleştiren beni bile rahatsız eden ve eminim ki katılımcı sanatçılardan bu anlamda sakıncaları olanları da üzen bir yaftalamaya değinmeden geçemeyeceğim. Buna göre bu sergide, modern sonrası sanatın geneline yönelik hayli gecikmiş bir metalaşma eleştirisi çerçevesinde genelleyici ve kolay yoldan etiketleyici bir biçimde, kitch olmakla suçlanan çalışmalar yer alıyor. Bazı eserler için katılsam da genelleme rahatsız edici, tek tek eser değerlendirmesi yapmıyorum ama istisnalar hariç sanatçıların çoğu eserinin kitch ile uzaktan yakından ilişkisi yok. Eleştirilen şey eğer süreçteki, bakış açısındaki kitchleşme ise, bu serginin günah keçisi olması da bir hayli insafsızca.

Bu suçlamaya karşı şu eleştiriler yöneltilebilir: piyasa genelinde Avrupalı olduğu iddiasındaki bir sanat yaklaşımını yöneten aslında daha çok Amerikalı bir sanat yönetimi ve daha çok Amerikalı bir sanat tüketicisi nedeniyle daha görünür olan geç kalmışlık ve tepeden inmişlik göz ardı edilmektedir. Üretim ile tüketim arasındaki ilişkiyi yaşadığı ölçüde sorgulayabilmiş, bu nedenle aslında batılı çağdaşlarına koşarak yetişmeye çalışmış ve bunun için fazlasıyla öykünmüş modernizm anlayışımıza yaslanarak aslında aynı temelde yol alan post-modernizm anlayışımızı yine bunlarla suçlamak yersizdir. Siyaset ve üretim felsefeleri ile kardeş olan modernizme sığınıp onu, tiüketim felsefesi ile kardeş olan post modernizm ile kıyaslamak ve bunu süreçlerden, dönüşümlerden bağımsız konumlandırmak romantiktir ve Avrupalı sanat filozofları artık post modernizm sonrası döneme geçildiğini konuşuyorken, bizde hala kitch’ in ne olduğu konuşuluyorsa gecikmiştir. Son olarak, bir çağdaş sanat müzesini akademi gibi davranmıyor ve meta olana da yer veriyor diye suçlamak kendi görevini başkasına yüklemek anlamında insafsız, sahip olduğu metanın marka imajı ölçüsünde modern konumlanan bir birey ölçüsünde semboliktir.

Modern sonrası dönem-popüler kültür-tüketim toplumu eşkenar üçgeni içerisinde kalacak bir örnek verilebilir. Daha önce sadece tüketebildiği bir ürünü üretmesi beklenen bireyin, üretim homojenliğine (sosyal, kültürel, bilişsel ya da entelektüel devinime) ulaşana kadar dışı aynı içi farklı sembolik‘likler’ üretmesi beklenebilir, ancak bizde çağdaş sanat eleştirilirken bu gibi‘likler’ üzerine pek konuşulmaz, süreçte değil, sonuçta homojenlik üzerinden değerlendirmeler yapılır. Yani eleştiri o kadar dışsallaşır ki, sanki aydınlanma da sanayi devrimi de bu topraklarda yaşanmıştır!

Fazla içselleşmiş eleştiride yaygın olan ise geçmişe özlem duyan, şimdiye öykünen ve bu özlem ve öykünme ölçüsünde geleceğe yön vermekten uzaklaşan yaklaşımın talebi dönüştürebilmeyi hiç denemiyor iken, arzı dönüştürmeye çalışıp durmasıdır. Gerekli olan, geçmişi ve şimdiyi değiştirmesi zaten imkansız olan, eleştirinin geleceği değiştirmek adına katkıda bulunması ve tespitten öteye geçebilmesidir. Yoksa şiddeti ölçüsünde, eleştirdiği şey olan popülizme sarılıp duracaktır.

Özetle bu sergi; kavramların, konumların, dönüşümlerin ve devinimlerin yeniden farklı bir platformda tartışılması anlamında kışkırtıcı bir etkiye sahip, sanatçının ve eleştirmenin nerede duracağı ve buna bağlı olarak çağdaş sanatımızın ve eleştirimizin yeniden ne şekilde konumlandırılacağı ise cevabını merakla ve heyecanla beklediğimiz bir soru.


Alper Karabatak
10 Mart 2010
(16 Mart 2010 tarihinde Lebriz Sanal Dergi'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: