7 Eylül 2010

Aileden Toplumsal Belleğe Ataerkillik


Sanat Akmerkez’ de etkinlikleri kapsamında Akmerkez Sanat Galerisi, 13 Ağustos’ tan bu yana; tuval, video, heykel ve yerleştirme gibi farklı formda çalışmalarıyla tanınan, nesne tuval ilişkisi kurarak formun sınırlarını zorlayan projelere imza atan Zekine Kundukan’ ın kişisel sergisine ev sahipliği yapıyor. Bu yıl Galeri Artist işbirliği ile altıncısı düzenlenen etkinliklerin dördüncü ayağı olarak 13 Eylül’ e kadar devam edecek sergi kapsamında sanatçının 12 adet tuvali sergileniyor.

Genç sanatçı Zekine Kundukan, bireysel bellekten yola çıkıp, normalleştirilen ve sıradanlaştırılan aile kurumuna içeriden ve daha derinden bir bakışla yaklaşarak; toplumsal belleğimizi şekillendiren bu kurumdaki, dokunulmaz, sorgulanmaz ve hatta tabu haline gelmiş hastalıklı yönleri ekspresif bir tavırla sorguluyor.

Bunu yaparken; gelenek ve göreneklerin ötesinde, açıkça ifade edilmeyen, ancak sosyal işleyişin artık kemikleşmiş parçaları haline gelerek toplumsal belleği ifade eden; kadının kendi bedenine, doğasına, kimliğine yabancılaşması, ötekileşmesi, tatminsizleştirilmesi ve tatmininin sonuçta ancak yine bu yapının devamlılığına koşullandırılması olarak görünürlük kazanan ataerkil alışkanlıkları; biçimi ve gücü toplumsal dinamiklere göre değişse de varlığı değişmeyen evrensel bir statüko ve aslında toplumun en küçük birimi ve aynası olan aile kurumundaki çarpıklıkların toplamı olarak tanımlıyor.

Ataerkil yapının ailedeki inşası

Tüm çalışmalarında sanatçı; erkek ve kız çocuğun cinsel kimliklerini keşfetme süreçlerinin motive ediliş yönlerindeki zıtlığa; kadının, bedeninin yeniden üretimini, erkek doğasının tüketime dayalı normlarına uyarlama ve ataerkil yapının sürdürülebilirliği yolunda kodlama zorunda bırakılışına, kız çocuğundan bir kadına dönüşüm sürecinde eril yapının oynadığı hızlandırıcı ve teşhirci role ya oldukları gibi, ya da tam tersi yönde işaret edecek şekilde imajlarla oynayarak dikkat çekiyor.

Sergideki en dikkat çekici çalışma, sanatçının Haziran 2009’da bitirme projesi olarak sunduğu ve sergilediği; nesnelerle konuşan, bu yolla izleyici, zaman ve mekan ile birlikte omuz omuza varlık gösterdiklerini vurgulayan, özel ile kamusal alanın karşılıklı yeniden üretimine işaret eden, çarpıcı imajların yer aldığı nesne-tuval projesinden, daha sonra Ekim 2009’da Galeri Artist Ankara’daki kişisel sergisinde sergilenen iki eserden biri olan; sandalyeye bağlanmış bir kadın figürü önünde erkek ayakkabıları bulunan ‘İsimsiz’ çalışma. İzleyiciyi, elleri ve ayakları bağlı bir şekilde erkek ayakkabısı ile simgelenen eril otorite’ye itaat gösteren kadın figürün gözlerindeki yardım çığlığında sıkıştıran, öte yandan mevcudiyetinin gerçekliğinden sıyrılmak için duruma yabancılaşmak zorunda bırakan çalışma, kavramsal altyapısının yanı sıra anlatımındaki ekspresyonist ustalık ve fırça kullanımındaki büyük hareket alanı ile de dikkat çekiyor.

Kız çocuğun anne ile ilişkisi üzerinden, mevcut ataerkil yapının sürekliliğine kadının katkısını işaret eden; arkasına gizlediği kız veya erkek çocuk figürleriyle kimlik oluşumundaki bireysellik üzerinde kurulan baskıyı görünür kılan; kadının, bedeninin ve doğasının gereğini, erkeğe göre daha fazla bastırmak, gizlemek ve istismarına göz yummak gibi daha aile içinde başlayan kader ortaklığını sorgulayan çalışmaların yer aldığı bu sergi, mekanı ve zamanlamasının bir yansıması olarak aslında sanatçının nispeten daha kapalı figürlerinden bir seçki sunuyor.
Meşru kılınanın görünmezliği

Anlatımdaki sarsıcı açıklık nedeniyle çoğu zaman sorunsalı sanatçının bireysel deneyimine indirgeyerek ötekileştiren ve bu sayede kolay yoldan yabancılaşan izleyici hatta eleştirmenlerce, belki de kendilerini aklayıcı bir hamle olarak, kendi deneyimlerini sanat eserine dönüştüren bir sanatçı olarak addedildiği eser okumalarına sıkça maruz kalan sanatçı, aslında yanı başımızdaki, en özelimizdeki çarpıklıkların izdüşümü üzerinden tümdengelimlerin evrensel bir sağlamasını yapıyor.

Yönlendirmeler, müdahaleler ve manipülasyonlar ile dikkatimizi yönelttiğimiz veya unuttuğumuz ve Adorno’ nun belirttiği gibi ancak unuttuğumuz ölçüde bir şey olabildiğimiz gerçeğinden hareketle, belleğimizden çağrılabilir imajların kutsallığını ve anlamlılığını sorgulayan; figüratif çalışmalarında, cinsiyeti maddeleştiren toplumsal cinsiyetlendirmenin normatifliğine işaret ederek Beauvoir’ e göndermede bulunan ve imajlarla oynayarak, anlamlandırmalarımızdaki muğlaklıklar üzerinden toplumsal bellekteki çarpıklıkları ve tabuları işaret eden; çalışmalarının çoğuna isim vermeyerek ele aldığı durumların mekansızlığını ve zamansızlığını diyalektik bir yaklaşımla pekiştiren Zekine Kundukan’ ın çalışmaları 13 Eylül’ e kadar Akmerkez’ de izleyicisini bekliyor.


Alper Karabatak
15 Ağustos 2010
(25 Ağustos 2010 tarihinde Lebriz Sanal Dergi'de yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: