8 Kasım 2009

Ankara' dan Çağdaş Sanat İzlenimleri


Damien Hirst’ ün enstelasyonunu sergi açılışından önceki gece bir temizlik görevlisinin çöp zannederek atması olayını duyanlar vardır. Reklam veya gerçek bilinmez konu uzunca bir süre İngiliz sanat çevrelerinde konuşulmuştur. Buna göre İngiliz sanatçı Damien Hirst’ ün Mayfair galerisinin vitrinine yerleştirdiği enstelasyon çalışması, aynı gece, eseri çöp sandığını söyleyen bir temizlik görevlisi tarafından kaldırılıp çöpe atılmıştır. Yarı dolu kahve fincanları, sigara izmaritleriyle dolu kül tablaları, boş bira şişeleri, üzerinde boya bulaşığı olan bir palet, şövale, merdiven, fırçalar, şeker ambalajları ve yere yayılmış gazetelerden oluşan “evim evim güzel evim” isimli çalışma VIP galasında tanıtılmış sınırlı sayıdaki eserin temel parçasıdır ve satış değeri yüz binlerce dolar olarak ifade edilmektedir.

Bunun bir benzerine ancak daha vahimine geçenlerde Ankara’ daki bir sergi açılışından birkaç saat önce tanık oldum. Projelerinde tuval nesne ilişkisi kuran bir sanatçımızın sergi açılışına saatler kala sanatçı ile röportaja gelen televizyon kanalının kültür sanat servisinin kameramanı tuvalin önünde duran erkek ayakkabılarını orada unutulmuş bir nesne sanıp söylenerek kadrajdan çıkarmak istedi. İngiltere’ de anlaşmalı bir temizlik firması çalışanının yaptığını Türkiye’ nin en köklü kanalının konuşulanlardan her ay ortalama bir sergi gördüğünü ve bir “sanatçı” ile bir araya geldiğini anladığım kameramanının yapmış olması düşündürücü. Kameraman veya kanal özelinde bir yaftalama yapmak aklımın ucundan bile geçmiyor, başlarda gördüğüm ve idrak edemediğim sanat eserlerini hatırlıyorum, sanat eserinin ne olduğu algısı da kişiden kişiye değişebilir zaten, ilerleyen saatlerde ise daha çok ayırdına vardığım şey Ankara’ daki sanat algısı olmaya başlıyor.

Kameramanın yaptığı şeye insan ister istemez tebessüm ediyor, ancak ilerleyen saatlerde, izleyiciler gelmeye başladıktan sonra içimde Ankara ayazı gibi beliren yalnızlık hissi yüzümdeki tebessümü acıtmaya başlıyor. Galeri tarafından duyurusu haftalar önce mümkün olan tüm kanallardan yapılan, afişleri güzel sanatlar ve eğitim fakültelerine asılan sergiye katılan sanırım en genç kişi sanatçının kendisi. Galeri sanatçının işlerini görmek için İstanbul’ dan gelen birkaç sanatsever ve sanat eleştirmeninin yanı sıra Ankara’ lı orta yaşta doktorlar ve aileleriyle dolu. Gecenin en ilginç simaları, yarım saat kadar mekanda kalan on kişilik bir ekip. Sanatçıyı da yanlarında durmaya zorlayarak her resmin önünde (resim görünmeyecek şekilde) futbol takımı misali “hatıra” fotoğrafı çektiriyorlar. Daha önceki tüm açılışlarda da sanatı bu şekilde “tüketmeyi” alışkanlık haline getirmiş olduğunu öğrendiğim grubun lideri olduğu her hareketinden belli olan ve yerel dergi çıkardığı anlaşılan kişi kendine has rahatsız edici derecede ilgili tavırlarıyla sanatçıya yerleştirdiği nesnelerin anlamlarını hızlıca ve cevaplarını dinlemeden sorup not alıyor. Galeri çalışanları kibarca kendisini uyarmasa ev tutmadan önce komşu antik şehirde hızlandırılmış bir tur atarak memleketten gelecek olan yakınlarına hava basmaya hazırlanan bu emekli yazlıkçı grubu daha neler yapacaktı bilemez halde kadehimden bir yudum daha alıyorum.

Elimdeki kadehe bakınca bu yalnızlık hissinin neden bana musallat olduğunu teşhis ediyorum. Açılışta İstanbul’ da görmeye alıştığımız ve sanata sevgiden, tanıdığa hürmetten veya içkiye duyulan ilgiden dolayı açılışlara katılan öğrenciler yok. Öğrencilerin birkaç kilometre ötedeki Tunalıhilmi’ deki barlarda içtikleri söyleniyor, belki sergileri pazarlamanın vahşi yüzü olarak görüyorlar, belki de kendi akran grupları tarafından pohpohlanmak sanatçı hissetmeleri için yeterli, ya da sanatçı bu işten para kazanmamalı ve bir şekilde kazandığı parayı fakir, sorunlu ve alkolik görünmek, bu şekilde toplumun genelinden ayrı olduğunu kendine de kanıtlayabilmek için egosunu okşatabileceği barlara yatırmalı. Tecrübesizlik, hormonal sebepler veya farkında olsa da daha güvende hissetmek, bir gruba o grubun veya kendisinin uydurduğu kurallar içerisinde dahil olmak adına insanın kendine bazı şeyleri itiraf etmemesi bu gençler için geçerli sebepler olabilir mi? Bu gençleri birer sanatçı olarak yetiştirmek adına, güncel sanat eserlerini görmeleri için teşvik etmeyen, ya da daha geleneksel bir eğitim anlayışıyla da olsa ödev yolu ile buna mecbur bırakmayan öğretim görevlilerinin geçerli sebepleri de vardır herhalde diye düşünüyorum.

Belki hiçbir sorumun basit bir cevabı yok, belki kendi cevaplarım da sadece bir gece anlatılanlar, tanıştığım insanlar üzerinden yaptığım genellemelerden ibaret. Ama genellemelerin vicdanımda yarattığı rahatsızlığı bastırmak adına hemen dönüşte gazetelerde okuduğum bir haberi kullanıyorum. Ankara’ daki üniversitelerden birinin sanat tarihi bölüm başkanı Amerika’ da Osmanlı falnameleri üzerine bir serginin küratörü olarak haberde karşıma çıkıyor. Falnamenin sanatsal değeri üzerine uzun uzun düşünüyorum, mükemmel tarihsel değerinden sıyrılmaya çalışarak.. Bundan iki yüz yıl sonra evde fal açmak için kullandığım iskambil destesi, üzerindeki grafik baskı dolayısıyla sanat tarihi derslerine konu olabilir ama bir sanat galerisinde de sergilenmesini isterim, bu yüzden onu evde güvenli bir yere saklamalıyım diye düşünüyorum. Hem geçmişte takılı kalan, her tarih eserini sanatsal değerler yükleyerek bize sunan ve gelenekseli kopyalamakla övünen bir sanata belki de bir gün hepimizin ihtiyacı olacak, kimbilir...

Alper Karabatak
7 Kasım 2009

Hiç yorum yok: