2 Temmuz 2010

Minimum Minimalus *

(* En Küçüklerin Küçüğü)

Özel alanların birleşerek kamusal alanı nasıl şekillendirdiğini gösteren bu ‘abbara’lar şehrinde her bir ev, farklı motifteki zincir halkaları gibi ancak bir araya geldiğinde anlamlı bir bütün oluşturur. Binlerce yıldır ilgi duyulan bu müthiş şehirde kurgulanan bu kırmızı ağ aslında sadece bir noktadır. Öznenin nesneyi şekillendiren bir nokta oluşu gibi.

Minimum Minimalus isimli bu enstelasyon çalışması, hem üzerini örttüğü yapı ile kapalı yaşam biçiminin tüm özelliklerini yansıtan bu mimariye dikkat çeker, hem de bütünü oluşturan alt birimlerdeki farklılıkları deşifre eder.

Özel ile kamusal arasındaki sınırın giderek belirsizleştiği modern toplumda yaşanan geçmişe dönüşün kanıtıdır Mardin ve bu dönüş, bu dönüşüm hareketidir bu eserde vücut bulan… Tek mutlak hareket olan dönüş sembol olarak seçilerek; önce dışsallaşıp, sonra kendisine dönen ve bütün bu süreci anlamlandırarak kendini bilen ‘tin’ e vurgu yapılmakta ve bu, malzeme olarak karşımıza dönüşün/dönüşümün en kavranabilir malzemesi olan kağıdı çıkarmaktadır. Sanatın özündeki (kendine özgü tekilliklerin çoğaltımı ile bütünde şekillenen) öznellik vurgulanarak, aslında şehrin sosyolojisindeki sanatsallık da işaret edilmektedir.

‘En Küçüklerin küçüğü’ dür ‘Minimum Minimalus’ un karşılığı… Kamusal mekan ile özel mekan arasındaki sınırı sorgulayan bu çalışma varoluşçu bir yaklaşımla özne, yani mimari çekiciliğin arkasındaki bireyin, Jung’ ın tanımladığı ‘ben’ in varlığını doğrulamaktadır. O ‘ben’ ki kendisini tanıyan, bilinçdışı kaynaklarını bilen ve hoşgörü ile yaşayandır.

Geçmiş ve geleceğe eşit mesafede durmaya çalışarak şimdinin fotoğrafını somutlayan, zamanı durdurarak yakaladığı tözde belleğin bağlam ve sınırlarını arayan ve bu arayış ölçüsünde zamanın kendisine yeniden ulaşan bu girişim, modern hayatın hızının yabancılaştırdığı süreçleri de konum ile izleyici arasındaki bağı ayrıştırarak ifşa eder.

Devran Mursaloğlu, çalışmasıyla izleyiciyi diyalektik bir keşfe çağırmaktadır. Kırmızı renk şehrin tarihinde sahip olunmak adına maruz kaldığı şiddete ve tutkuya mı, yoksa her bir evin kendi mahremiyetinde yaşanan duygulara mı bir göndermedir? Yere kadar uzanan ağlar özgünlüğe, aidiyete, sahip olma isteğine mi işaret eder, ya da mekana özgülüğü mü pekiştirir? Zamanın duruşunu hissettiren bu renk dikkat çekmek için mi yoksa huzursuz etmek için mi tercih edilmiştir?

Tarih boyunca birlikte yaşama hoşgörüsünü şekillendiren bu mimariyi korumak için mi bir ağ kullanılmıştır; yoksa bu ağ, doğal dokuya aykırı bir form oluşturarak aslında korunma gerekliliğini ya da kaybedilen değerleri mi vurgulamaktadır?
Peki, tüm bu çok anlamlılık değil midir anlamlılığı güçlendiren ve zaten Mardin değil midir bu anlamlarda zenginleşen?

Mayıs 2010
Alper Karabatak

(Mardin Bienalinde sergilenen ilgili iş için kaleme alınmıştır.)

Hiç yorum yok: