2 Temmuz 2010

Sponsor show


Artık bir elin parmakları kadar da olsa farklı şehirlerimizde bienaller yapılıyor, modern sanat müzeleri açılıyor ya da açılması planlanıyor. Hafta içi absürt saatlerde ve minimalist salonlarda da olsa, kendi sanatçılarımızın işlerini artık yurtdışında da satın alabiliyoruz. Daha çok insanı sanatla buluşturmak anlamında bir on yıl öncesine göre çok olumlu gelişmeler yaşanıyor. Tüm bu görünürlük içinde, sermayenin bloklar halinde birlikte hareket ettiği ve trendler oluşturduğu dikkat çekiyor. Ancak, sponsorlar ile yön verdikleri ya da potansiyel görüp takip ettikleri bu trendler arasında bazı yamalar olduğu dikkat çekmiyor değil. Şöyle ki; periferi ile ilişki kurmaktan anlaşılan yeni merkezler yaratmaktan ibaret. Yani Kocaeli, Tekirdağ, Kırklareli, Manisa, Denizli, Kırıkkale, Çorum vs. ile ilişki kurmayan sanat sponsorluğu, uzak bir başka şehirde yeni bir merkez yapılandırmaya girişiyor. Bu yeni merkezin çevresi ile olan ilişkisi de onun merkeziyetini vurgulamaktan öteye gidemiyor.

Örneğin, bazı çok önemli sanat sponsoru firmanın fabrikalarının olduğu kasabalarda, insanların oturabileceği cafe’ ler dahi yoktur, çünkü tüm kültürel yatırım, sosyal sorumluluğun daha görünür olduğu, medyanın, ceo’ nun, genel müdürün ya da kurumsal iletişimden sorumlu genel müdür yardımcısının dizinin dibinde, İstanbul’ daki en turistik ya da en gözde semttedir. Nasıl olsa elbet bir gün, firma o kasabaya karpuz, domates, buğday festivali gibi kültürel ve ‘sanatsal’ etkinlikler yolu ile zaten yatırım yapacaktır. O kasabadaki çocuklar zaten plastik sanatlara ilgi duymak zorunda da değildir, sanat nasıl olsa asla herkes için değildir ve herkes için ürün pazarlayan bu firma, konu sanat olunca yeri geldiğinde ondan daha elitist elbet olabilir.

Ülke çapında binlere ulaşan şubeleri ile bankalar için de durum farklı değildir. On binlerce çalışanını dönüşümlü olarak, yıldızı bol otellerde ya da İstanbul’ daki eğitim merkezlerinde birliktelik hissi ile motive etmek adına yabancı kitaplardan çakma söylemlerin satıldığı eğitimlere toplayan bankalar, bu döngüyü sanat koleksiyonları için yıllık planlarına dahil etmezler bile. Nasıl olsa özellikle plastik sanatlar sponsorluğu, parmağa takılan en değerli taşlardan biridir, bu aksesuarla kurulan uyum ölçüsünde kişiye ve mekana özgüdür.

Sanatın özerkliğine dolaylı yoldan katkısı anlamında aslında bu durum olumlu karşılanabilir. Plastik sanatlarda, fuarlarda ‘sanat eserine gel’ diye gelene geçene ne oldum delisi bir tavırla işlerini anlatma heveslisi bazı istisnalar dışında hiçbir sanatçı zaten ürettiği eserin öyle herkes tarafından izlenebilir olmasını istemez, sponsor firmalar da bir galeri ya da müze açtılar, bir bienali ya da sanat fuarını desteklediler diye ülke geneline plastik sanatları sevdirmek zorunda değillerdir.

Zaten, 2001 yılında New York Modern Sanat Müzesinde düzenlenen “Modern Başlangıçlar” sergisi üzerinden eleştirisinde Stella’ nın da belirttiği gibi çoğu etkinlik, modern sanatı popülerleştirmeye çalışır, bunu onu sıradan bir şey olarak, estetik bir keşif değil de eğlence olarak göstererek başarır. Oysa, modern sanatı insanlar, yerler ve şeylere ilişkin modern bir anlayışa (günlük yaşamın sıradan tözüne) indirgemek, onun yaratıcı canlılığını ve eşsizliğini inkar etmek demektir. Bu modern sanatı güçsüz bırakır, çünkü bu şekilde anlaşılması onun saf sanat olduğunun inkar edilmesi demektir. *

Sponsorluk, sanatın saflığına, özerkliğine ve akışkanlığına müdahale etmediği ölçüde minnet duyulabilir bir kurum olarak yanı başımızdadır. Minnet duygusunun aslında çoğulcul bir doğası olan değer yargılarına yaslanıyor oluşu ise sanatçıyı, çoğunluğun tercihlerine ve tahammüllerine tabi, bu ölçüde desteklenen, görünür kılınan, alan açılan yarı-özerk bir platformun aslında görünür olduğu ölçüde dışa kapalı habitatına dahil olmak adına daha çok yapışkan bir sanatsal tavır takınmak durumunda bırakır. Öykünmek, taklit, yurtdışında on yıllar önce yapılanın türevini burada öncü, farklı hatta ilk olarak lanse etmek, aranjmanlar yapmak bu yapışkanlığın farklı farklı yollarındandır. Bugün pek çok sanat galerisinin belli başlı konular çerçevesinde, neredeyse her bir konu için birer sanatçı ile çalışacak şekilde yapılanmış olması, sponsor firmalardaki organizasyon şemalarından ya da ürün gamlarından ne kadar farksızsa, sanat da piyasadan o kadar bağımsızdır. Aslında görünür kılınan aykırılık da bir yanılsamadan ibarettir.

Kendine genç, yeniliğe açık, havalı bir imaj çizmek isteyen ve özgül bir pazar arayan şirketler açısından aykırı sanatı cazip kılan özellik de, tam olarak yarattığı bu sansasyondur… Ne var ki, süreç içinde sanatçının kendisi de sadece bir reklam malzemesine dönüşür. **

Burada ortak cevabı olmayan bir tercih problemi ortadadır, plastik sanatlar (daha çok güncel sanat) ya yaygınlaştığı ölçüde diğer sanat dalları kadar eğlence sektörüne dönüşecek ve kelimenin yavan anlamında gerçekten güncelleşecektir, ya da (sanat algısını şekillendirmesi umularak) diğer sanat dallarını da avangartlaştıracaktır. Piyasa koşulları gereği ki burada kastedilen piyasa oluşturabilen tüm ürün ve hizmetlerdir, nasıl bir tercihin ister istemez gerçekleştiği ortadadır.

Sokak arasında oynanan da futboldur, binlerce kişinin kutsallaştırdığı, milyonlarca dolarlık reklam panoları arasında oynanan da. Kuşkusuz biri daha çok futboldur. Sanat için de bugün bu böyledir.

Malumu ilan etmekten ve yukarıda bahsettiğim bu tercih problemi etrafında yüzlerce kitaba, esere, onlarca akıma konu tartışma ortamı etrafında dolanan eleştiriye sıkışıp kalmaktan öte bir tezattır bu yazıya konu. Felsefeden öte pratikte yaşanandır daha çok. Başta belirttiğim, o büyük fabrikanın olduğu o kasabadan İstanbul’ a gelen ya da İstanbul’dan o kasabaya dönen birinin yaşadığı tezattır. İstanbul’ da ‘show’ a dahil olduktan sonra gelişen farkındalığıdır. Sanat asla sadece sanat değildir. Hem o ‘show’ un kendisidir sanatın ne olduğunu bize gösteren ve o firmayı sanata yön veren olarak zihinlerimizde konumlandırıp duran, hem de o kasabadaki o aynı firmadır daha önce hiç değerini bilemediği.


* Donald Kuspit, Sanatın Sonu, s: 28, 2006. Metis Yayınları,
** Chin-Tao Wu, Kültürün Özelleştirilmesi: 1980’ ler Sonrasında Şirketlerin Sanata Müdahalesi, s: 251, 2005. İletişim Yayınları,


Alper Karabatak
20 Nisan 2010

(Rh+ Art Magazine Mayıs sayısında yayınlanmıştır.)

Hiç yorum yok: