1 Şubat 2010

ZEKİNE KUNDUKAN


Zekine Kundukan, bireysel bellekten yola çıkıp, normalleştirilen ve sıradanlaştırılan aile kurumuna içeriden ve daha derinden bir bakışla yaklaşarak; toplumsal belleğimizi şekillendiren bu kurumdaki, dokunulmaz, sorgulanmaz ve hatta tabu haline gelmiş hastalıklı yönleri sorguluyor.

Belleğimizden imajlar sunarak, ataerkil yapının ve toplumsal otoritenin çekirdeğini oluşturan bu mikro iklimden yola çıkan sanatçı, cinsiyeti maddeleştiren toplumsal cinsiyetlendirmenin normatifliğine işaret ederek Beauvoir’ e göndermede bulunuyor ve imajlarla oynayarak, anlamlandırmalarımızdaki muğlaklıklar üzerinden toplumsal belleğimizdeki çarpıklıkları ve tabuları işaret ediyor.

Tuval, heykel ve yerleştirmeden oluşan farklı formda çalışmalarıyla tanınan, nesne tuval ilişkisi kurarak formun sınırlarını zorlayan projelere imza atan sanatçıya göre, ataerkil yapı ve kutsallaştırılmış aile kurumu arasındaki ortaklık, kız veya erkek çocuğun bireysel kimliğinin oluşumunda baskıcı ve engelleyici bir rol oynamaktadır. Kız çocukları, erkek için olduğundan daha travmatik ve belirleyici bu rol gereği, bedenlerinin ve doğalarının gereğini, daha fazla bastırmak, gizlemek ve istismarına göz yummak zorunda kalmaktadırlar.

Ataerkil yapı ve toplumsal alışkanlıkların içerisinde gelenek ve göreneklerin ötesinde sözle veya kurallarla ifade edilmeyen ama artık toplumsal belleğin kemikleşmiş parçaları haline gelmiş, kadın bedenini yabancılaştırma ve ötekileştirme alışkanlığının olduğunu görebiliriz. Kadının kendi bedenine, doğasına, kimliğine yabancılaşması ve ötekileşmesi olarak karşımıza çıkan, kadının tatminsizleştirilmesi ve tatminin ancak bu yapının devamlılığına koşullandırıldığı bir anlamlandırmaya varan statüko, aslında toplumun en küçük birimi ve aynası olan aile kurumundaki çarpıklıkların toplamını ifade etmektedir.

“Soyunma”, “A fresca”, “Superego” isimli projelerinde olduğu gibi, tüm çalışmalarında sanatçı, erkek ve kız çocuğun cinsel kimliklerini keşfetme süreçlerinin ters yönde motive edilişine, kadının, bedeninin yeniden üretimini, erkek doğasının tüketime dayalı normlarına uyarlama ve ataerkil yapının sürdürülebilirliği yolunda kodlama zorunda bırakılışına, kız çocuğundan bir kadına dönüşüm sürecinde eril yapının etkinliği dolayısıyla oynadığı hızlandırıcı ve teşhirci role ya oldukları gibi, ya da tam tersi yönde işaret edecek şekilde imajlarla oynayarak dikkat çekiyor.

Yönlendirmeler, müdahaleler ve manipülasyonlar ile dikkatimizi yönelttiğimiz veya unuttuğumuz ve Adorno’ nun belirttiği gibi ancak unuttuğumuz ölçüde bir şey olabildiğimiz gerçeğinden hareketle, belleğimizden çağrılabilir imajların kutsallığını ve anlamlılığını sorgulayan sanatçı, bu çerçevede kadının (ve kız çocuklarının) ötekileştirilmesi, cinsel istismar ve cinsiyet ayrımcılığı konularını sorunsallaştırıyor.

Alper Karabatak
12 Şubat 2010

Hiç yorum yok: